Zerrin Tekindor ve Haluk Bilginer başrolde |
Fuayeden salona geçer
geçmez oyuncuların enerjisi karşılıyor sizi. Perde daha kapalı. İnsanlar
koltuklarına yerleşmeye çalışıyor. Oyunun başlamasına 10-15 dakika var. Ama
kapalı perdenin arkasında oyun başlamış bile. Oyuncular bir yanda şarkı
söyleyip, tef çalıyor ve bir yandan –anladığımız kadarıyla- dans ediyorlar.
Kahkahalar, çığlıklar, nidalar… Daha başlamadan şu cümleyi geçiriyorsunuz
içinizden: “Bu, güzel bir oyun olacak.” Zaten bu kadar pozitif ve yüksek bir
enerjiyle perde açılınca da devamı aynı şekilde geliyor.
Perdenin açılmasıyla bütün
oyuncular sizi sahnede karşılıyor. O esnada rolü olmayanlar dahi kulise
gitmeyip sahnede arka planda, oturarak bekliyorlar. Hem de büyük bir sabır ve
özenle. Sahnesi biten her oyucu da arkadaki sıraya gidip, biraz bekleyip o
rolünden çıkıyor ve otururken yine kendisi olarak oturuyor. Oyunun burada
kurulan dengesini çok beğendim açıkçası. Bütün oyun boyu arkadaki oyunculardan,
onların rollerine girip çıkmalarını izlemekten kendimi alamadım. Özellikle Mert
Fırat arkadaki dimdik oturuşu ve tavrıyla epey dikkat çekiciydi.
Oyunun geneline ise benim
için damgasını vuran iki isim vardı: Zerrin Tekindor ile Onur Ünsal. Kleopatra
karakterinin yeniden yaratılmasına adeta hayran kaldım diyebilirim. Tabir-i
caizse daha eserekli bir Kleopatra yaratılmış gibiydi. Zerrin Tekindor, oyunun
en başından sonuna kadar iniş çıkışlı ruh haliyle, sebepsiz ağlama krizleri ve
sinirli tavırlarıyla, bu Kleopatra’yı çok iyi canlandırdı. Oyun çıkışında onun
yerine oynayabilecek başka hiçbir isim gelmedi aklıma. Böylesine güzel,
eğlenceli ama zorlu bir karakterin altından büyük bir rahatlıkla kalkmış ve
adeta sahneye imzasını atmıştı Zerrin Tekindor.
Ayrıca bir başka övgü de
Onur Ünsal’a. Oyunda birden fazla rolü canlandıran Ünsal, her rolünde ayrıca
parladı diyebilirim. İlk perdedeki haberci rolü ile aklımızda uzun süre
silinmeyecek bazı sahneler bıraktı. Kleopatra’ya haber getirdiği zaman Ünsal ve
Tekindor’un paslaşmaları ve aralarındaki diyaloğa Kleopatra’nın yardımcılarının
da eşlik etmesi ile şahane oyunculuk performansları izledik. Beden dillerine
olan hâkimiyet ve mimikleri, ses tonlarını kullanmaları ile izlediğim oyunlar
arasındaki aklıma kazınan sahnelerden biri olmayı başardı diyebilirim. Kolay kolay
unutamayacağım kesin.
Oyun hakkında her ne kadar
detaya girmek istemesem de bazı detayları ve onların ben de yarattığı heyecanı
açıklamak için ufak tefek ipuçları vermem gerekebiliyor. Kasırga sahnesi de
onlardan biri. Oyunun dekoru aslında bir gemi güvertesi gibi kurulmuş. Her ne kadar
oyunda her sahne gemide geçmese de, dekorun gerçek anlamda önem kazandığı
sahneler var. Bu bahsettiğim sahne de onlardan biri. Gemi olarak tasarlanan
dekorların yanındaki küreklere asılan, bağıran-çağıran ve taslarla sahneye su
sıçratan oyuncular, ışık yanılsamaları ve sahne üzerindeki paslaşmalarla, o
atmosfer çok başarılı bir şekilde canlandırıldı. İzlerken gerçekten bir gemide
olduğunuz ve bir fırtına çıktığı hissine kapılmamak elde değil.
Antonius ile Kleopatra’yı
izledikten sonra bu oyunun neden bu kadar başarılı olduğunu anlayacaksınız.
Sadece Haluk Bilginer ya da Zerrin Tekindor gibi usta oyuncularla değil,
sahnedeki ve sahne gerisindeki herkesle birlikte parlayan, canlanan ve gittikçe
yükselen harika bir iş olmuş.
Şu ana kadar
izlemediyseniz şubata kadar beklemeniz gerekecek. Zira ocak ayı biletlerine yer
kalmamış. Ama ilk fırsatta biletlerinizi alın ve oyunu izlerken, geçtiğimiz yaz
Londra’da Uluslararası Shakespeare Festivali kapsamında Shakespeare’s Globe’da
sahnelendiğini de unutmayın!
Shakespeare's Globe |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder