20 Şubat 2012 Pazartesi

karnavalkarnavalkarnaval

hayatımda gittiğim ilk karnaval olmaları sebebiyle Maastriht ve Eupen Karnavalları'nın bendeki yerleri çok özel oldu.


tam tabiriyle 7'den 70'e herkesin katıldığı, karnaval olayını ciddiye alıp binbir çeşit kostüm giydiği müthiş bir ortam vardı. öncelikle 19.02.2012 pazar günkü Maastricht Karnavalı'ndan başlayayım:


dondurucu soğuğa rağmen karnavalın yapıldığı meydana geldiğimizde rengarenk giysileri içindeki insanları görünce bizim de içimize bir sıcaklık yayıldı hemen. sadece lafın gelişi değil, gerçekten de 60-70 yaşındaki teyzelerin amcaların kafalarında fosforlu turuncu peruk ya da üstlerinde prens/prenses kostümleri ile sokaklarda görmek zira benim pek alışık olmadığım bir şeydi. benim babaannem yaşındaki kadınların mini etekler, topuklularla ellerinde davullarla geçit töreninde en önde yürüdüğünü görünce ister istemez şaşırdım. çünkü muhtemelen babaannem şu an evde çayını demlemiş televizyondaki dizisini izliyordur. ülkeler, coğrafyalar, kültürler değiştikçe hayat standartı ya da başka bir deyişle yaşam tarzları da değişiyor sanırım. aynı şekilde, daha bebek arabasında uyuklayan çocuklara palyaço kostümü giydirip 0 derece soğukta karnaval ortamına sokmak da pek bizim ülkemizde görülebilecek bir özellik değil sanırım. akşam saat 9-10 gibi karnaval geçidi sonrası insanların eğlendiği tıklım tıklım dolu barlarda bile babalar çocuklarının ellerinden tutmuş müzikte hep birlikte dans ediyordu. kıskanmadım desem yalan olur sanırım. bu kadar rahat, eğlence ve enerji dolu bir ortamda yetişen çocukların yerinde olmayı gerçekten çok istedim.


en sevdiğim çift!
meydanda (adını hiiiç hatırlamıyorum) biraz vakit geçirmeye karar vermiştik ki bir anda -bir arkadaşımın deyimiyle- gökten kar değil, kardan adam yağmaya başladı. iri iri taneler halinde bastıran dolu, epey süre yağdı ve ilk 10 dakikada her taraf bembeyaz oldu hemen. sonrasında ise pamuk kıvamında ama yine iri iri yağan kara aldırmayıp kendimizi sokaklara attık biz de. her çeşit insanın bulunduğu, müziklerin yankılandığı bir ortama bir de "kar neşesi" gelince masalımsı bir havaya büründü karnaval. benim için gerçekten de masal kıvamında ilerledi ondan sonra her şey.


geçit töreninin yapılacağı sokağın hemen başında yerlerimizi kaptıktan ve fotoğraf makinelarımızı ayarlardıktan hemen sonra yürüyüş de başladı. farklı grupların bando takımları farklı ritimlerle önümüzden geçmeye başladı. her renkten grubu görmek mümkündü. en güzeli de teyzeler, amcalar, ufak bebeklerin neşe içinde etrafa selam verip geçerken hep bir ağızdan benim bilmediğim şarkıları söylemeleriydi. 


yürüyüş bittikten sonra ise herkesin elinde mutlaka en az(!) bir bira dans edip, herkes deli gib oynamaya başladı. hayatında birayı hiç sevmeyen biri olarak ben, insanlardaki bu bira aşkını henüz anlamış değilim. tüm gün boyunca bir kutu birayı bile bitiremedim...



herkesin bu karnaval olayını bayağı ciddiye alıp özenmesi  ne hoş... 
Maastricht'teki büyük karnavaldan sonraki gün, okulun Erasmus grubuyla Belçika'nın doğusunda, Alman bölgesinde bulunan Eupen şekhrindeki karnavala gittik. gittiğimizde karnaval takımları yerlerini almak için ilerliyorlardı. yolun hemen kenarına dizilip onları izlemeye başladık. fakat bu sefer, dünden farklı bir şey oldu: arabalarla, bisikletlerle ya da ellerinde ziller, davullarla geçen, şarkı söyleyen insanlar bir yandan da yol kenarında duranlara şeker çikolata gibi şeyler atıyorlardı. aslında çocukları mutlu etmek için yapılan bu hareket bir yerden sonra yalnızca bizim işimize yaramaya başladı. yerlere savrulan şekerleri, çikolataları kapma yarışına girdik adeta. çocukluğumdan beri "yerde bulduğun şey yenmez" diyerek büyütülen ben, bildiğim, öğrendiğim ne varsa onları unutup yerdeki şekerlere saldırmaya başladım. biz de çocuktuk nihayetinde. hepimiz. üzerimizde değişik maskeler, bazılarımızda kostümler, bazılarımızın yüzündeki boyalarla içimizdeki çocuk el çırpıp zıplamaya başladı.




bir önceki eğlence dolu karnavala kıyasla, biraz daha ufak çaplı ama -küçük olmasının belki de avantajı- daha iyi organize, daha sakin bir karnavaldı Eupen Karnavalı. karnaval bitimindeki 'after party'e katılamadığım için (yorgunluktan ve soğuktan yürümeyi unuttum) elleirnde biralarla dans eden çok fazla insan görme şansım olmadı. yürüyüş esnasında da herkes geçitteki insanlara ve onların kostümlerine, müziklerine odaklanmıştı adeta. belki de Eupen'in küçük ve sessiz bir şehir olmasından kaynaklanıyordur burada karnaval daha sakin ama yine de aşırı eğlenceli geçti.







7 Şubat 2012 Salı

bir erasmusun anıları.

belçika'ya ilk geldiğim gün belçikalıların bile görmediği karı-kışı-soğuğu getirmek bana mahsus bir özellik galiba. geldiğim gün yüzümü kesen rüzgarın aslında bir başlangıç olduğunu yurt görevlisinden öğrendim. " bu havalar normal; haftasonu -20'lere düşecek sıcaklık" cümlesi hala beynimde yankı buluyor. nitekim haftasonu hakikaten de -20'ye varan hava sıcaklığı ile aram hiç de iyi olmadı. 


ama ondan önce geldiğim yeri biraz detaylandırayım. belçika'nın wallon bölgesinde fransızca dışında ingilizcenin bile pek konuşulmadığı, almanya sınırına yakın, orta büyüklükte, kendi kendine yetebilen tatlı bir şehir Liege!


belçika'nın önemli şehirlerinden biri. öğrencilerin ve üniversite hayatının yoğun olmasından dolayı sosyal ve kültürel faaliyetler açısından çok şanslı bir yer. neredeyse birkaç sokakta bir, ufak da olsa tiyatro, sinema, konser alanları var. liege üniversitesi'nin kampüsünün de bulunduğu ve onun çevresindeki bir sürü alışveriş merkezi, mağaza, süper market ve bunun gibi dükkanların olduğu meydan, merkez olarak kabul ediliyor. her şeyi her an bulabileceğiniz (pazar günleri hariç ve haftaiçi de 6ya kadar) dükkanlar gerçekten istanbul'un sokaklarını aratmıyor. ayrıca neredeyse tüm erasmus öğrencilerinin takıldığı "le caree" ise "barlar sokağı"nın başka bir versiyonu sayılabilir.


liege üniversitesi yeni gelen erasmus öğrencilerini şehirlerine ve okula adapte edebilmek için gerçekten bayağı efor sarf ediyor. ilk hafta ardı ardına düzenlenen welcome part'ler ya da tanışma-kaynaşma günleri amacına ulaşıyor denilebilir. 


fakat yine de, ilk defa tek başına yabancı bir ülkede yaşamaya gelen biri için erasmus hayatı pek de eğlenceli başlamıyor sanırsam (tecrübeyle sabit). ilk başta yalnızlık ya da yabancılaşma hissi sizi asosyalleşmeye sürükleyebilir. dikkatli olmak lazım. tam da "sanırım burada yalnızlıktan ölücem." dediğim bir andai, fikir değiştirip bir kaç kişiyle tanışmak için odamdan dışarı çıkmasaydım cidden yalnızlıktan ölebilirdim.
ama şimdi, gittikçe yaşadığım yerin kültürüne ve insanlarına alışmaya başladıkça ve yeni yeni kişilerle tanıştıkça erasmusun güzelliklerini keşfetmeye başlıyorum denilebilir.


yaşadıkça güzelleşeceğini umduğum belçikadaki erasmus günlerim henüz başladı. ve çok yakında devamı gelecek:)