23 Mart 2013 Cumartesi

oda ve adam.


“Bırakılan her şey geri gelir bir gün.”

Gelir mi sahiden diye düşündüm. Her geride bıraktığımız bir gün yine bize döner mi? Dönecek mi? Döndü mü hiç?

Oyunu izlerken çok bilindik sahnelere rastladım. Tanıdık cümleler işittim. Aynı hisler dönüp durdu etrafımda.

“Sabır, sabır, sabır… Sabır için bütün kitapları okudum, içtim hepsini…” ya da “Aklını topla, toparla!” gibi şeyler. Tanımak, kaybetmek, beklemek, yeniden karşılaşmak ve yine kaybetmek… Yaşanmamış bir aşkın ardından, aklımızda uçuşan kelebeklerin bize söylettiği cümlelerdi bunlar.

Bu kadar sıradan hatta artık klişe diyebileceğimiz bir konuyu bu denli sevdiren neydi peki? Bir sonraki adımını ezbere bildiğiniz bir olayı izlerken, sizi içine çeken neydi?



Oyunun sonunda oyuncular rollerinden sıyrılıp selam verirken anladım o sorunun cevabını. Bu oyunu bu kadar başarılı yapan, oyuncularının rollerini çok eğlenerek, tadına vararak oynamış olmaları. “O nasıl oluyor, başka oyuncular zorla mı oynuyor?” diye düşünmeyin. Bu oyun farklı! Bir tiyatro gibi değil de, baştan sona bir eğlenceymişçesine ilerliyor; konusunun hiç de eğlenceli olmamasına rağmen. Oyuncular bir saniye yerlerinde boş durmuyorlar. Sürekli hareketliler. Mimikler ve jestlerle sahneyi boş bırakmıyorlar. Ve yaptıkları hiçbir şey eğreti ya da abartı durmuyor. O kadar yakışıyor ki karakterlerine, gülümseyerek karşılıyorsunuz tüm bunları. Özellikle kadın oyuncunun ses tonu, vurguları, hareketleri o kadar gerçekçiydi ki bütün oyun gözlerimi ondan alamadım.  Aslında ikisi de bu oyunla beraber oyunculuklarının sınırlarını zorlamışlar diyebilirim. Hızlı hızlı, sürekli ve uzuunca akıp giden tiratları tek bir solukla okuyup oynamak, seslerini bir düşürüp bir yükseltirken kalitesini hiç bozmamak sıradan bir performanstan çok daha fazlasını gerektiriyor zira. Doğrusu ikisinin uyumu az bulunur cinstendi! Zaman zaman aynı yerlerde, aynı replikleri söylemeleri, birbirlerini ezmeden, senkronu bozmadan oynamaları ama aynı anda da farklı iki duyguyu seyirciye geçirebilmeleri beni derinden etkiledi. Aynı cümleleri hem kadından hem de erkekten ama farklı bir tondan duymak güzeldi.

Fakat oyunu özelleştiren ve güzelleştiren tek şey bu değil tabi ki. Bence sahne kullanımı, dekor ve ışık da normalin üzerinde bir değer bulmuştu bu oyunda. Oyunun içinde kullanılan kamera görüntüleri, arka plana yansıtılan görüntüler, sahneden ‘taşan’ oyuncular, seyirciler arasındaki ‘perde’, salıncak, lambalar, çelik levhalar… Her biri bu sıradan ilişkinin hikâyesini olağanın dışında bir çekicilikle seyirciye aktardılar sahnede. Hepsinin kullanımı, işlevi minik ama vurucu bir detay olarak işlendi birer birer.

Ben sahneyi hatta tüm ‘salonu’ bu kadar aktif kullanan ışık oyunları ile süsleyen, sürekli konuşma olup da içinde hiç diyalog barındırmayan başka bir oyun daha izlemedim.

Bence bir kenara not edin: Oda Ve Adam. Nergis Öztürk ve Engin Hepileri’nin performansı ve Mesut Arslan’ın rejisi ile…