“Bırakılan her şey geri gelir bir gün.”
Gelir mi sahiden diye düşündüm. Her geride
bıraktığımız bir gün yine bize döner mi? Dönecek mi? Döndü mü hiç?
Oyunu izlerken çok bilindik sahnelere rastladım. Tanıdık
cümleler işittim. Aynı hisler dönüp durdu etrafımda.
“Sabır, sabır, sabır… Sabır için bütün kitapları
okudum, içtim hepsini…” ya da “Aklını topla, toparla!” gibi şeyler. Tanımak,
kaybetmek, beklemek, yeniden karşılaşmak ve yine kaybetmek… Yaşanmamış bir aşkın
ardından, aklımızda uçuşan kelebeklerin bize söylettiği cümlelerdi bunlar.
Bu kadar sıradan hatta artık klişe diyebileceğimiz
bir konuyu bu denli sevdiren neydi peki? Bir sonraki adımını ezbere bildiğiniz
bir olayı izlerken, sizi içine çeken neydi?
Oyunun sonunda oyuncular rollerinden sıyrılıp selam
verirken anladım o sorunun cevabını. Bu oyunu bu kadar başarılı yapan,
oyuncularının rollerini çok eğlenerek, tadına vararak oynamış olmaları. “O
nasıl oluyor, başka oyuncular zorla mı oynuyor?” diye düşünmeyin. Bu oyun
farklı! Bir tiyatro gibi değil de, baştan sona bir eğlenceymişçesine ilerliyor;
konusunun hiç de eğlenceli olmamasına rağmen. Oyuncular bir saniye yerlerinde
boş durmuyorlar. Sürekli hareketliler. Mimikler ve jestlerle sahneyi boş
bırakmıyorlar. Ve yaptıkları hiçbir şey eğreti ya da abartı durmuyor. O kadar
yakışıyor ki karakterlerine, gülümseyerek karşılıyorsunuz tüm bunları. Özellikle
kadın oyuncunun ses tonu, vurguları, hareketleri o kadar gerçekçiydi ki bütün
oyun gözlerimi ondan alamadım. Aslında ikisi
de bu oyunla beraber oyunculuklarının sınırlarını zorlamışlar diyebilirim.
Hızlı hızlı, sürekli ve uzuunca akıp giden tiratları tek bir solukla okuyup
oynamak, seslerini bir düşürüp bir yükseltirken kalitesini hiç bozmamak sıradan
bir performanstan çok daha fazlasını gerektiriyor zira. Doğrusu ikisinin uyumu
az bulunur cinstendi! Zaman zaman aynı yerlerde, aynı replikleri söylemeleri,
birbirlerini ezmeden, senkronu bozmadan oynamaları ama aynı anda da farklı iki
duyguyu seyirciye geçirebilmeleri beni derinden etkiledi. Aynı cümleleri hem
kadından hem de erkekten ama farklı bir tondan duymak güzeldi.
Fakat oyunu özelleştiren ve güzelleştiren tek şey bu
değil tabi ki. Bence sahne kullanımı, dekor ve ışık da normalin üzerinde bir
değer bulmuştu bu oyunda. Oyunun içinde kullanılan kamera görüntüleri, arka
plana yansıtılan görüntüler, sahneden ‘taşan’ oyuncular, seyirciler arasındaki
‘perde’, salıncak, lambalar, çelik levhalar… Her biri bu sıradan ilişkinin hikâyesini
olağanın dışında bir çekicilikle seyirciye aktardılar sahnede. Hepsinin
kullanımı, işlevi minik ama vurucu bir detay olarak işlendi birer birer.
Ben sahneyi hatta tüm ‘salonu’ bu kadar aktif
kullanan ışık oyunları ile süsleyen, sürekli konuşma olup da içinde hiç diyalog
barındırmayan başka bir oyun daha izlemedim.
Bence bir kenara not edin: Oda Ve Adam. Nergis Öztürk
ve Engin Hepileri’nin performansı ve
Mesut Arslan’ın rejisi ile…