10 Haziran 2012 Pazar

bazen.


bazen sadece, başını omzuna yaslayıp "seni özledim" diyebilecek birine ihtiyaç duyuyor insan. "ben de" denilmesine bile gerek duymadan...













9 Haziran 2012 Cumartesi

"naber evladım?"

"al beni yar götür, götür buralardan
bıktım artık hep aynı varoluşlardan.."


diyor şarkıyı seslendiren kişi.. arkada hafif bir melodi.. gitar sesi ağırlıkta..


adamın sesi çok içten, çok derinden geliyor.. aynı varoluşlardan bıkmış gibi.. sahiden gitmek istermiş, hatta gidermiş gibi..


şarkıyı dinlerken "iyi" hissediyor insan. güzel geliyor kulağa.. insanın içini hüzünle karışık garip bir huzur kaplıyor... da.. yaşarken neden acı çekiyor insan?


hayatımızdaki birileri aynı varoluşlardan bıkıp gitmek istediğinde neden rahatsız oluyor? niye üzülüyor..?


bencillik ya da insan doğası işte.


bir sene kadar önce dedem herkesi ve her şeyi bırakıp gitmeye karar verdiğinde annem başta olmak üzere herkes çok sinirlenmişti. garip bi kızgınlıktı yaşadığımız. tehditkar. sonra sahiden gittiğinde ise kızgınlık çaresizliğe dönüşmüştü bizim için.


önce bir kabullenemeyiş. ve o kabullenemeyiş ile gelen umutsuzluk. sonrasında üzüntü.


nerde olduğunu kimsenin bilmediği bi dedem vardı artık. hiç kimseyle konuşmayan, kimseye haber vermeyen bir dedem..


ilk başta bir şey hissedemedim ben. ilk birkaç ay.. biliyordum çünkü neden kimden kaçtığını. annemin ve diğer herkesin düşündüğünün aksine biz değildik onun kaçtığı.. onu buralardan kaçıp götüren ta kendisiydi aslında..


ama zaman geçti, özledim çok. karşılıklı oturmayı, konuşmayı, dertleşmeyi... çocukluk arkadaşımdı dedem benim. çiçek pasajında hep beraber meyhaneye gittiğim bir arkadaşım.. onu göremediğim her an için pişmanlık hissettim. ihmalkarlık gibi..


ta ki, geçen gün annem beni arayana kadar.. bir şekilde öğrenmiş yerini, gitmiş yanına. telefonu dedeme uzattı ve ben onun sesini duydum! yıllardır hiç değişmeyen ses ve o tanıdık cümle! "naber evladım?"


bir cümle bir insan için bu kadar mı şey ifade eder? bu kadar mı içi doludur, anılarla saklıdır.. gözümün önünden film şeridi gibi geçti derler ya hani, benim de her şey bir film şeridi gibi geçti önümden adeta.  dedemle konuştuğumuz her dakika, her sohbet anı, birlikte gezdiğimiz her bir nokta, oynadığımız tüm oyunlar, çocukken ve sonrasında bana aldığı her kitap.. ilk şiir kitabım, ilk romanım ve ilk nazım hikmet dizeleri..


"yarin yanağından gayrı
her yerde ve her şeyde hep beraber
diyebilmek adına"


bütün bunlar 1 sn içinde oldu. o yorgun sesin bana söylediği ilk iki kelime sayesinde.


yorulmuş ve sıkılmış bir sesti duyduğum. hayalkırıklığı vardı sanki yine. kendinden kaçıp yine kendine yakalanmıştı sonuçta.. kendiyle savaşmayı bitirmek üzere ama hangi tarafın kazanacağını bilemeyen bir savaşçı..


telefonu kaparken uzun süredir hiç olmadığım kadar huzur vardı benim içimde. onu yeniden görebilecek olmanın sevinci.. onunsa içinde özlem vardı belli ki..


hep aynı varoluşlardan kaçıp uzaklara giden bir adamı dinliyorum ben bu şarkıyla beraber.. yıllardır tanıdığım yorgun ve üzgün insanı.. dedemi. 

3 Haziran 2012 Pazar

liege'de yıldızlı gökyüzü

erasmus macerasını sonuna yaklaştıkça, gitme'nin hüznü de yavaş yavaş sarıyor beni..
alıştığım/alışamadığım, sevdiğim/sevmediğim.. ne varsa geride bırakacak olmanın mahzunluğu var..
ya da kalan azıcık zamanda yapmadığım her neyse yapıp yetiştirme telaşı..
"şuraya gitmemiştik, hadi gidelim." "ya çok az zaman kaldı hadi bunu da yapalım" "nasılsa yakında geri döneceğiz, hadi bu gece de çıkalım"...


belki de 4 aydır yaşamadığım kadar güzel anlar yaşıyorum bu son bir ayda..
sınav dönemi olduğu halde, dışarı çıkmadığım kadar çok çıkıp geziyorum. 
hiç tanımadığım insanlarla tanışıyorum sürekli.
sınavlara girip çıkıyorum, ders çalışıyorum, dizi izliyorum, yeni yemekler keşfedip yemek yapıyorum ve yeni insanlarla ilk defa gördüğüm sokaklarda yürüyüşlere çıkıyorum..


kesinlikle aklımın ve kalbimin bir parçasını burada bırakarak geri döneceğim.
4 ay hiç de yeterli değil avrupada bir erasmus öğrencisi olmak için.
her şeyin keyfini gönlünce çıkarmak için..
yeni başlayanlara tavsiye: erasmus kesinlikle 2 dönemlik bir macera!


***


liege'de havanın bir güzel olup bir bozduğu bir döneme girmiş bulunmaktayız. 
sabah güneşli bir güne uyanıp, akşam eve dönerken sırılsıklam olma ihtimali mevcut bu sıralar..
pazar günleri nehir kenarında kurulan pazar her zamankinden daha cıvıl cıvıl oluyor artık. bahar öyle ya da böyle geldi de geçiyor bile.


uzun zamandır aynı katta ama farklı koridorlarda yaşayıp da yeni tanıştığım insanlarla yeniden keşfediyorum her yeri.
daha önce çıkmaya cesaret edemediğim Liege'in meşhur 375 basamağına gece yarısı çıkmaya karar verip yolun yarısındayken daha pişman olmak da bunun bir parçası. ama sonra, basamaklar kesmeyince daha da yukarı çıkıp La Meuse'e en tepeden bakmak da..
gecenin sessizliğinde her yer ayrı güzel sanki..
her yerin kendi büyüsü var..


ne kadar sıkılsam da bazen, ne kadar dar gelse de bazen sokaklar ya da La Meuse'e uzaktan her baktığım da sanki Boğaz'a ihanet ediyormuş hissine kapılsam da hala, seviyorum ben bu şehri. içinde yaşayanların bazılarının bile sevmediği, kimsenin pek de gitmediği, turistik hiç olmayan bu şehri.


ve gecenin bir yarısı, bir taşın üzerine oturmuş ayaklarımı aşağıya doğru sallarkan gökyüzüne bakıp o dizeleri hatırlıyorum:




sevmek mükemmel iş delikanlım.
sev bakalım...
madem ki kafanda ışıklı bir gece var,
benden izin sana,
sev sevebildiğin kadar.