23 Nisan 2012 Pazartesi

budapeşte günlükleri-1-

nisanın ikinci haftasındaki paskalya tatili için plan yaparken Ryanair'in sayfasındaki ucuz uçak biletlerini görmemle başladı her şey. gidiş-dönüş 50 euro'ya Belçika Charleroi'dan Budapeşte havaalanına uçuş biletleri.. 11 nisan ve 15 nisan tarihleri arası için..

biletleri görünce aklıma 3 sene önce Fransa'da bir yaz kampında tanıştığım arkadaşlarım geldi. Orşi ve Agi. ikisi de aslında Budapeşte'ye trenle yaklaşık 1 saat uzaklıkta bulunan Györ adındaki kasabada yaşıyorlardı ama üniversiteyi kazanınca Budapeşte'ye yerleşip haftasonları ailelerinin yanlarına gidip gelmeye başlamışlardı. 
hem değişik bir Avrupa ülkesi gezmek amacıyla hem de yıllardır görmediğim; 3 sene önce yazın 1 ayımızın 7/24 beraber geçirdiğim ve ayrılırken "mutlaka yine görüşeceğiz" dediğim arkadaşlarımı bir daha görmek amacıyla o biletleri alıp 11 nisan tarihi heyecanla beklemeye başladım.

3 senedir görmediğim, sık sık bile konuşup haberleşmediğin insanlarla 3 sene sonra bir araya gelip ne konuşabilirdim ki? ya konuşamazsak, ya sessiz kalırsak...? açıkçası bir ara epey heyecanlandım. merak sardı içimi.. ve uçaktan inip havaalanına gelip Orşi ile karşılaşana kadar da gitmedi içimdeki meraklı duygu.

ama ne zamanki havaalanında karşılaştık, birbirimizi görünce koşarak sarıldık ve gözlerimiz dolu dolu "çok özlemişim" dedik, işte o zaman anladım: gerçek arkadaşlıklar arasına ne kadar mesafe, ne kadar zaman girerse girsin hiç eksimiyor.

daha o gün ilk adımda orada olduğum için inanılmaz bir mutluluk doldu içime. "iyi ki gelmişim" dedim. ve bunun, hayatımda yaşayacağım en güzel tatillerden biri olacağını daha orada, ilk adımda anladım.

o akşam hemen Orşi'nin evine gidip biraz bir şeyler yiyip biraz da sohbet edip erkenden uyuduk. zira ertesi sabah, arkadaşımın zorunlu bir dersine girmesi gerekiyordu ve ben de onunla o derse girmek istedim. Budapeşte'de "Eötvös Lorand Üniversitesi'nde" 20. yüzyıl Fransız Edebiyatı dersi. ilginç bir deneyim olabilirdi:)

ertesi sabah derse girdik. yaklaşık 45 dakika sürmesi beni epey şaşırttı. İstanbul'da kendi okulumda 3 saat süren felsefe derslerinden sonra, 45 dakikalık edebiyat dersi çıtır çerez gibiydi adeta:)
ders sonrası şehir turumuz hemen başladı. bu sefer Agi eşlik etti bana. Budapeşte'de Peşte bölümde 7.bölgede gezindik. merkez olarak tabir edilebilecek önemli bölgelerdendi. oradaki Sinagog'u ve National Museum'a gittik. özellikle müzenin bahçesini çok sevdim. uzuun uzun ağaçlar altında, uçuşan yapraklar arasında, ıhlamur kokulu keyifli bir bahçeydi.

Fovamteri Piac
sonra kapalı çarşıları Fovamteri Piac 'ı gezdik. 2 katlı geniş bir çarşıydı. alt katında sadece yemek içmek için ürünler satılıyordu. geleneksel Macar lezzetleri, şarapları, alkolleri..vs. üst katında ise turistik/hediyelik eşyalar..
bardaklar, buzdolabı magnetleri, danteller, kartpostallar..vs. sanırım üst katı yeterince sindire sindire gezdikten sonra kendim ve arkadaşlarım için magnetler, kartpostallar,küçük shot bardakları aldım. yeterince almışımdır diye düşünüyorum:) alışveriş yaparken kendime hakim olamama gibi bir durumum var.




Yeşil Köprü

biraz daha dolandıktan sonra Yeşil Köprü'nün üzerinden geçip Buda tarafına geldik. orada önemli kaplıcalardan biri Holler Gallert'i gördüm. Budapeşte kaplıcaları ile de ünlü bir şehir. hatta şehrin birkaç yerinde Osmanlılar'dan kalma Türk hamamları da bulunuyormuş.






biraz daha dolanıp bu sefer de Tuna Nehri üzerinde bulunan Margeret Adası'na geçtik. adaya ulaşım çok kolay. tramvaydan indikten sonra biraz yürüyünce ada merkezine gelmiş oluyorsunuz. ada sanki sportif faaliyetler için bulunuyor orada. büyük bir spor merkezi ve bir de yüzme havuzu bulunmakta. bununla birlikte ada merkezinde ve etrafında koşan, yürüyüş yapan bir çok insan görülebilinir. ufak bir de kafesi var. bir de hostel bulunuyor ama sanırım epey eski. içini görmedim ama dışı pek memnun etmedi beni. adaya gittiğimiz gün soğuk ama güneşli bir bahar günü olduğu için, ufacık adaya olan sevgim kat kat arttı. baharın etkisiyle ağaçlarda açan çiçekler etrafa güzellik katmıştı. filmlerden kalma sahneler, her yerde mutlu insanlar, tatilin tadını çıkaran bir kalabalık... güzel ve mutlu bir adaydı burası. sanırım en sevdiğim yerlerden biri oldu.

Gerbeaud
ufak ada turu sonrası, tekrar Peşte'ye dönüp bu sefer alışveriş merkezlerin olduğu sokakları gezdik. bildiğim ve sevdiğim her türlü mağaza tam karşımdaydı ama tabiki benim hepsine uzaktan bakmam gerekiyordu. kısa bir turdan sonra Budapeşte'nin ünlü pastahanelerinden birine oturduk ve geleneksel bir Budapeşte lezzeti tattık. "Gerbaud" hem lezzetleri, hem de mekan tasarımı ile gerçeten çok şık bir yerdi. hatta inanılmaz şıktı. aklım hala orada kaldı diyebilirim:)

Parlemento Binası
bu lezzetli duraklamadan sonra Parlemento Binası'nı görmeye gittik. bina gerçekten olabilecek en ihtişamlı, en büyüleyici, en etkileyici, en.. en.. en.. binaydı. uzaktan bakılıp hayallere dalınası ve bir daha o hayalden hiç çıkılmayasıydı.. çook uzak bir ülkede, uzak ülke prenseslerinin yaşadığı şato gibiydi. bu kadar hayalden sonra binanın etrafını biraz daha gezip artık yorgun düştüğümüzü farkedip eve dönmeye karar verdik. zira akşam da Budapeşte gezimiz son sürat sürecekti. kızlar ben geliyorum diye düşünüp taşınmış, en güzel planı yapıp benim için gerçekleştiriyorlardı. akşam da çok çok eğlenceli vakit geçirdik!





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder