biletleri görünce aklıma 3 sene önce Fransa'da bir yaz kampında tanıştığım arkadaşlarım geldi. Orşi ve Agi. ikisi de aslında Budapeşte'ye trenle yaklaşık 1 saat uzaklıkta bulunan Györ adındaki kasabada yaşıyorlardı ama üniversiteyi kazanınca Budapeşte'ye yerleşip haftasonları ailelerinin yanlarına gidip gelmeye başlamışlardı.
hem değişik bir Avrupa ülkesi gezmek amacıyla hem de yıllardır görmediğim; 3 sene önce yazın 1 ayımızın 7/24 beraber geçirdiğim ve ayrılırken "mutlaka yine görüşeceğiz" dediğim arkadaşlarımı bir daha görmek amacıyla o biletleri alıp 11 nisan tarihi heyecanla beklemeye başladım.
3 senedir görmediğim, sık sık bile konuşup haberleşmediğin insanlarla 3 sene sonra bir araya gelip ne konuşabilirdim ki? ya konuşamazsak, ya sessiz kalırsak...? açıkçası bir ara epey heyecanlandım. merak sardı içimi.. ve uçaktan inip havaalanına gelip Orşi ile karşılaşana kadar da gitmedi içimdeki meraklı duygu.
ama ne zamanki havaalanında karşılaştık, birbirimizi görünce koşarak sarıldık ve gözlerimiz dolu dolu "çok özlemişim" dedik, işte o zaman anladım: gerçek arkadaşlıklar arasına ne kadar mesafe, ne kadar zaman girerse girsin hiç eksimiyor.
daha o gün ilk adımda orada olduğum için inanılmaz bir mutluluk doldu içime. "iyi ki gelmişim" dedim. ve bunun, hayatımda yaşayacağım en güzel tatillerden biri olacağını daha orada, ilk adımda anladım.
o akşam hemen Orşi'nin evine gidip biraz bir şeyler yiyip biraz da sohbet edip erkenden uyuduk. zira ertesi sabah, arkadaşımın zorunlu bir dersine girmesi gerekiyordu ve ben de onunla o derse girmek istedim. Budapeşte'de "Eötvös Lorand Üniversitesi'nde" 20. yüzyıl Fransız Edebiyatı dersi. ilginç bir deneyim olabilirdi:)
ertesi sabah derse girdik. yaklaşık 45 dakika sürmesi beni epey şaşırttı. İstanbul'da kendi okulumda 3 saat süren felsefe derslerinden sonra, 45 dakikalık edebiyat dersi çıtır çerez gibiydi adeta:)
ders sonrası şehir turumuz hemen başladı. bu sefer Agi eşlik etti bana. Budapeşte'de Peşte bölümde 7.bölgede gezindik. merkez olarak tabir edilebilecek önemli bölgelerdendi. oradaki Sinagog'u ve National Museum'a gittik. özellikle müzenin bahçesini çok sevdim. uzuun uzun ağaçlar altında, uçuşan yapraklar arasında, ıhlamur kokulu keyifli bir bahçeydi.
Fovamteri Piac |
sonra kapalı çarşıları Fovamteri Piac 'ı gezdik.
2 katlı geniş bir çarşıydı. alt katında sadece yemek içmek için ürünler
satılıyordu. geleneksel Macar lezzetleri, şarapları, alkolleri..vs. üst katında
ise turistik/hediyelik eşyalar..
bardaklar, buzdolabı
magnetleri, danteller, kartpostallar..vs. sanırım üst katı yeterince sindire
sindire gezdikten sonra kendim ve arkadaşlarım için magnetler,
kartpostallar,küçük shot bardakları aldım. yeterince almışımdır diye
düşünüyorum:) alışveriş yaparken kendime hakim olamama gibi bir durumum var.
biraz daha dolandıktan
sonra Yeşil Köprü'nün üzerinden geçip Buda tarafına geldik. orada önemli
kaplıcalardan biri Holler Gallert'i gördüm. Budapeşte kaplıcaları ile de ünlü
bir şehir. hatta şehrin birkaç yerinde Osmanlılar'dan kalma Türk hamamları da
bulunuyormuş.
Gerbeaud |
Parlemento Binası |
bu lezzetli duraklamadan
sonra Parlemento Binası'nı görmeye gittik. bina gerçekten olabilecek en
ihtişamlı, en büyüleyici, en etkileyici, en.. en.. en.. binaydı. uzaktan
bakılıp hayallere dalınası ve bir daha o hayalden hiç çıkılmayasıydı.. çook
uzak bir ülkede, uzak ülke prenseslerinin yaşadığı şato gibiydi. bu kadar
hayalden sonra binanın etrafını biraz daha gezip artık yorgun düştüğümüzü
farkedip eve dönmeye karar verdik. zira akşam da Budapeşte gezimiz son sürat
sürecekti. kızlar ben geliyorum diye düşünüp taşınmış, en güzel planı yapıp
benim için gerçekleştiriyorlardı. akşam da çok çok eğlenceli vakit geçirdik!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder